Konumunu kaybetmekten korkanların psikolojisi - Hüseyin KAYA | HUDER Genel Başkanı

Konumunu kaybetmekten korkanların psikolojisi

Yazdığımız bir çok yazıda konu içeriği itibariyle şahsi tecrübelerimizin tasallutundan kurtulamıyordur.

Ama bu sefer başka.

Özellikle devlet hayatında hiyerarşık bir statüsü olmayan bendeniz "koltuğu kaybetme"durumunda olanların durumlarını tam anlamıyla izah edeceğim bilmiyorum.

YaniHoca'nın deyimiyle "bana damdan düşen birini getirin "meselesi bende yok.

Buna rağmen bildiklerimiz şunlar.

Bu sürekli yükselme derdinde olan zevat öncelikle koltuğa kendilerini iple bağlayıp mülkiyetlik iddiasını şahsa sıkı sıkıya bağlı bir hakka dönüştürmek isteyenlerdir.

Bir kısmı çok yakın dostlarının kendilerine destek olmalarıyla bir mevki sahibi olurlar.

Ve tabii bu yardımcı olan şahıslar ilk ihaneti tadacak olanlardır.

Ve elde ettiği statünün ihanetle perçinlenmesinden sonra bu sefer ihanetin azgınalaştırıcı etkisiyle daha da yükselmek isterler.

Bu sefer dostlar aramazlar yardımcı olmları için. İhanet köleleşmeye, kulluğa vardıran bir inlemeyle sürekli yükselmesi gerektiğini sayıklatır.

İşi gücü hak etmediği liyakatı olmadığı bir yerde bulunmaktır.

Ve çoğunlukla da bu arzularına ulaşırlar.

Türk siyasi ve idare teşkilat tarihi bu koltuğu muhkem köleleşmiş yetkililerle doludur.

Ve sonra esas trajedi başlar.

Bulunduğu yeri kaybetmemek..Çok acıdır bu.

Bunlar ölseler bile emekli olmak istemezler.

Bunlar koltuk için herşeyi satan iflah olmaz sinik, silik, sinsi yavşak namussuz tiplerdir.

Görevlerinde kalmak için devleti yönetenlere yanlış yaptırmaktan, konuşturmaktan çekinmezler.

İtibarları düşünce veya kaybedeceklerinin korkusuyla bu sefer de kendileri ne dediğini bilmezler.

Hafife almayın ha.

Türk devlet tarihinde bir çok devletimizin yıkılmasında bu ebleh g.tü kıymetli tiplerin çok katkısı vardır.

Bugünlerde bu kadar acil soruna rağmen bu konuyu işlememin sebebi ise işte bazı problemlerimizin kaynağında bu tiplerin siyasi iradeye gerçekleri aktarmaması, yerini korumak için yardakçılık yapması yatmaktadır.

Devlet ve ricali bu akletme melekesini kıçının konumuna bağlamış müptezellerden kurtulmalıdır.

Kim mi bunlar?

Sorun değil kolay bulunur.

Yüzünde g.t korkusu olanları kim bilmez.

HALEP NEDEN DÜŞTÜ NASIL KURTULUR?

Hülagu, Moğol İmparatorluğunun kurucusu Cengiz Han'ın torunu, İlhanlı Devletinin kurucusu Mengü Kağan'ın da kardeşidir. 1255 de ağabeyi Mengü Han tarafından Ortadoğu'da henüz ele geçirilmemiş toprakların ele geçirilmesi için görevlendirilir.

Hülagu 1258 tarihinde Bağdat'a girerek Abbasi Halifesi Mutasım'ı keçeye sarıp Moğol atlarının ayakları altında ezdirerek öldürtür. Şehirde katliamlara başlar ve şehri yağmalar. Kadın, yaşlı, çocuk, hamile demeden bazı kaynaklara göre 200.000, bazılarına göre de 400.000 kişiyi katleder. Cami, hastane, saray ve benzeri ne varsa hepsini yok eder. Kütüphaneleri ve tarihi eserleri yakar, yıkar. Milyonlarca dini ve ilmi eserin büyük bir kısmını Dicle Nehrine attırır.

Hülagu'nun zalimliğini anlatmak için Dicle'nin günlerce kan ve mürekkep aktığı söylenir.

Hülagu bir gün, şehrin dışına kurduğu karargâhında, o beldenin en büyük âlimi ile görüşmek istediğini bildirir. Bu haber, âlimler arasında korku ve endişeye sebep olur. Kimse Hülagu tarafından öldürülmek korkusuyla bu davete icabet etmek istemez. Bu haber zamanın genç âlimlerinden Kadıhan'a ulaşır. Kadıhan, ufak tefek tıfıl bir gençtir. Daha sakalı bile çıkmamıştır. Böylesi bir daveti kabul ettiğini söyleyerek Hülagu ile görüşmeye gidebileceğini, bunun için kendisine bir deve, bir keçi ve bir de horoz verilmesini ister.

Böyle bir fedainin ortaya çıkması ulema sınıfını rahatlatır. Çünkü bir kurban bulunmuştur. Hülagu'nun şerrinden korkan ulema sınıfı bu isteği hemen karşılar.

Kadıhan, hayvanlarla birlikte çadıra varır. Hayvanları çadırın dışında bırakarak içeriye girer ve kendisini tanıtır. Kendisiyle görüşmek üzere geldiğini söyler.

Hülagu, genci tepeden tırnağa süzer ve beklediği tipte birisi olmadığını görerek, "Bana göndermek için bula bula seni mi buldular. Gönderecek başka birini bulamadılar mı?" diye sorar.

Kadıhan gayet sakin bir şekilde; "görüşmek için iri yarı, boylu poslu birini istiyorsan, bir deve getirdim. Sakallı yaşlı birisi ile görüşmek istiyorsan, bir keçi getirdim. Eğer gür sesli birisiyle görüşmek istiyorsan horoz getirdim. Üçünü de çadırın önüne bıraktım. Onlarla görüşebilirsin!" der.

Hülagu karşısındakinin sıradan birisi olmadığını anlar ve "şöyle otur bakalım" diyerek ilk sorusunu yöneltir. "Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir?" diye sorar.

Kadıhan gayet sakin bir şekilde; "Seni buraya bizim amellerimiz getirdi. Allah'ın bize verdiği nimetlerin kıymetin bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mevki mal mülk peşine düştük. Zevk ve sefaya daldık. Cenab-ı Hak da bize verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi" der.

Hülagu bu sefer ikinci sorusunu sorar. "Peki, beni buradan kim gönderebilir?" Cevap çok manidardır. "O da bize bağlı. Benliğimize dönüp ne kadar kısa zamanda toparlanıp, bize verilen nimetin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek işte o zaman sen buralarda duramazsın"

Bugün İslam Âlemi perişan bir durumdaysa, emin olun bunun müsebbibi bizleriz. Biz ne zaman kendimize çeki düzen verirsek, işte o zaman "en gür seda İslam'ın sedası olacaktır. Şer güçler bizimle uğraşma cesaretini kendilerinde bulamayacaklardır. Rabbim bize, bu ibretlik olaydan ders çıkartmayı nasip eylesin

Selam ve muhabbetle…

@avhkaya

 


Genç Duyu Medya® Yazılım